Peki, biz “mindful” muyuz yoksa değil miyiz?
Bu soruyu cevaplamak gerçekten kolay değil. Tabii ki birçok araştırma bireylerdeki mindfulness düzeyinin varlığını ve gelişimini ölçmeyi hedefliyor. Bunu ölçmek için geliştirilen ölçme araçları da var. Örneğin Bilinçli Farkındalık Ölçeği, 5 Faktörlü Mindfulness Ölçeği, vb.
Mindfulness seviyemizi ölçen araçlar, durumsal ve bir kişilik özelliği olarak mindfulness’ı ele alır. Mindfulness’a ruhsal yatkınlık (dispositional mindfulness) olarak da tanımlanan ayırıcı bir kişilik özelliği olarak ölçen MAAS (Mindfulness Attention Awareness Scale) Türkçe’ye de uyarlamış olduğum BİFÖ - Bilinçli Farkındalık Ölçeğidir.
Bu ölçeği siz de kendiniz uygulayarak bilinçli farkındalık düzeyinizi ölçebilirsiniz.
Peki, tamamen mindful olduğumuzu nasıl anlarız?
Farkındalığın bir üst sınırı yok... Yani hiç kimse “en farkında” değil. Fakat işin güzel yanı farkındalığın geliştirilebilir olması. Bilinçli farkındalık bir beceridir ve öğrenilebilir.
Hayatımız boyunca her zaman kendimizle, başkalarıyla ve dünyayla ilgili pek çok yenilikler fark ederiz.
Bu noktada üç önemli beyin fenomeninden bahsetmek gerekir.
1-Nöroplastisite
Mindfulness ve biyolojik temelleri üzerine yapılan araştırmalara göre beynimiz, beynimizdeki nöronlar ve merkezi sinir sistemimiz bizim davranışlarımız ve duygularımız değiştiğinde, farklılaşabiliyor.
Nöroplastisite, duygular, düşünceler ve davranışlar değiştirildiğinde beynin de değişmesidir.
Kısacası hangi davranışı edinmek istiyorsak o davranışı bilinçli olarak tekrarladığımız sürece beynimizin yapısını da değiştirebiliyoruz. O zaman sahip olduğumuz genetik yatkınlığımız bizim kaderimiz değil. Sigarayı bırakamamak, kilo verememek, bize zarar veren ve değiştirmek istediğimiz her şey alışkanlığa dönüşmüş otomatik tepkiler olabilir...
“Benim yapım bu ben sinirliyim.”
“Benim kaderim bu ben tatlısız yaşayamıyorum.”
“Benim bağımlılığım bu, ben sigarayı azaltamıyorum.”
Aslında hiçbiri kişinin kaderi olarak kalmak zorunda değil!
Bu noktadaki anahtar kelimelerin “öğrenmek” ve “dönüştürmek”.
Biraz daha bilimsel bakış açısından ve araştırmalardan bahsetmek istiyorum. 2006 yılında Maguire, Woollett ve Spiers tarafından önemli bir araştırma gerçekleştirilmiş. Araştırmaya göre Londra’daki taksi sürücülerinin beyinleri otobüs sürücülerindekinden daha büyük ve daha aktif hipokampus'e sahip... Çünkü beynin hipokampus bölümü, yer-yön bulmak ve karmaşık konumsal bilgileri işlemekten sorumlu ve taksi sürücüleri seyahat ederken birçok cadde ve sokaktan geçerek beyinlerinin bu bölümünü yoğun bir şekilde kullanıyorlar.
Londra’nın simgesi olan siyah taksilerde sürücü olabilmek için iki yıl şehrin tüm sokaklarını motorla tek tek gezerek bütün rotaları, sokak isimlerini öğrenmek ve iki yıl sonunda da bunlarla ilgili bir sınava girmek gerekiyor. Ve daha sonrasında da her gün sürücüler farklı yerleri bulabilmek için bu bilgileri kullanıyorlar.
Otobüs sürücüleri sadece belirli bir rotayı izleyerek günlerini geçiriyorlar. Yani zamanla daha karmaşık bilgiler ve bunları kullanmak için beceriler geliştirmek aynı zamanda beynimizi de değiştirebilir.
Mindfulness hakkında iyi haber aslında hepimiz bu beceriye zaten sahibiz ve zaman zaman da yaşamlarımızda bunu deneyimleriz. Ama daha da iyisi bunu eğitimle geliştirebilir, derinleştirebilir ve sürdürebiliriz.
2-Epigenetik
Bahsetmek istediğim ikinci fenomen ise epigenetik. Buna göre deneyimler, davranışlar, yaşam stiliyle ilgili yapılan seçimler, kromozomlardaki genleri bile değiştirebiliyor. Üstelik bu değişim anne karnındayken başlayıp yetişkinliğe kadar sürüp gidiyor.
Epigenetik; deneyimlerimizin, davranışlarımızın, hayat seçimlerimizin hatta tutumlarınızın kromozomlarımızdaki hangi genleri dönüştürdüğünü ve hangi genleri de dönüştürmediğini keşfetti.
Genetik mirasımız bazı hastalıklara duyarlılığımızı etkileyebiliyor. Ama biz bu mirasın tutsağı değiliz. Özellikle fetüs ve çocukların beyinleri, stres ve çevresel faktörlerden fazlasıyla etkilenir ve bunlara karşı hassastır. Onların beyinlerinin sağlıklı gelişimi için bu içsel ve dışsal faktörler önemlidir.
3-Telomerler
Bilim ve tıptaki üçüncü devrim ise telomer ve onları düzelten telomer enzimlerinin keşfiyle ortaya çıktı. Telomerler, kromozomların ucundaki yapılardır. Hücrelerin bölünebilmesi için gereklidirler. Her hücre bölündüğünde telomer boyu da giderek kısalır. Telomer tamamen kısaldığında, hücreler de artık çoğalmazlar.
2009 yılında Nobel ödülü alan Elizabeth Blackburn, stresin telomer boyunu kısalttığını saptamıştır. Mindfulness, algılanan stres düzeyini etkileyerek telomer boyunun kısalmasını önleyebiliyor.
Stresin telomerleri kısalttığı keşfedildikten sonra, Blackburn ve araştırma ekibi mindfulness ve diğer meditasyonların telomerlerin kısaltılmasındaki etkisini araştırmaya başladılar. Artık biliniyor ki, telomerlerin uzunluğu doğrudan hücresel seviyelerdeki yıpranmalarıyla ve buna bağlı olarak ne kadar yaşayacağımızla alakalıdır. Ne kadar stres altında kaldığımız ve bununla nasıl başa çıktığımız telomerlerimizin küçülme seviyesini ve kısalmasını etkiler.
Sonuç olarak, mindfulness yalnızca bir zihin pratiği değil, aynı zamanda bilimsel temellere dayanan bir yaşam becerisidir. Nöroplastisite, epigenetik ve telomerler gibi beyin ve bedenimizin yapı taşlarına etki eden bu fenomenler, bize kişisel dönüşüm için ne kadar güçlü bir potansiyele sahip olduğumuzu gösteriyor. Hayatımızdaki stres düzeyini azaltarak, daha sağlıklı bir zihin ve bedene sahip olabiliriz. Önemli olan, bu süreci sadece bir bilgi olarak değil, bir yaşam tarzı olarak benimsemek. Kendi farkındalığımızı arttırarak, zihinsel esneklik ve sağlıklı yaşama giden yolda adım adım ilerleyebiliriz. Unutmayalım ki, mindfulness her an yanımızda geliştirebileceğimiz bir güçtür.
Prof. Dr. Zümra ATALAY'ın "Mindfulness: Bilinçli Farkındalık" adlı kitabından alınmıştır.
Comentários